T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
ABD, Türkiye, değişim

ABD Türkiye'nin derdine deva olur mu? 11 Eylül sonrası ülkenin jeopolitik değerinin artması, içinde bulunduğu vahim ekonomik krizi atlatmasında, AB'ye doğru yola çıkmasında, ülke içinde yapısal reformları yapmasında itici güç olur mu?

Bu, aslında bir soru değil.

Ülkede yapılan hakim değerlendirmelerin, devlet tavrının, hatta birbiriyle çatışan değişimci ve statükocu fikirlerin "ortak çıkış noktası"...

Bu ortak bakışın altında iki büyük hat var:

Birincisi 11 Eylül sonrası Türkiye'nin jeopolitik konumunun yeniden değer kazanması fikrinden yola çıkarak, Kıbrıs'tan Güneydoğu'ya, demokratikleşmeden sivilleşmeye "bildik statükocu siyasi duruş"un imkanlarını zorluyor.

İkincisi, 11 Eylül'le birlikte oluşan koşullarda, yani ABD'nin mutlak hükümran olduğu bir dünyada, onun yardımı ve baskısıyla temel değişimleri yapmak zorunda kalacağını iddia ediyor.

Devlet üstü birimlerin oluştuğu, uluslararası piyasalara ekonomik bağımlılığın mutlaklaştığı, uluslararası arenada milli egemenliğin sınırlandığı şu dönemde dış konjonktür elbette son derece önemli. Elbette özellikle 11 Eylül sonrası oluşan dengelerin bu konjonktür içinde özel bir yeri var.

Ancak doğru tahlil ve tespitler için önce olanı doğru anlamak önemli. Bunun için önce bir veriden, Ecevit'in ABD gezisinin sonuçlarından yola çıkalım...

Türkiye'de çoğunluk bu gezinin başarılı geçtiğini düşünüyor. Ne var ki bakışlarda toplum makro siyasetle, iç siyaset dış dinamiklerle ikame edilince, insanların yerine coğrafyalar geçer ve coğrafyalara bakarak üreyen umutlar sahte olur.

Nitekim, bu gezide Türkiye askeri borçlar, kotalar konusunda sonuç alamadı. Kıbrıs konusunda ABD'nin ısrarcı olduğu ortaya çıktı. Irak konusunda Türk tezlerinin ABD'nin duruşunu ve tavrını hiç bir şekilde etkilemeyeceği de öyle...

Peki geriye ne kalıyor?

İki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri görüşecek "ekonomik üst kurul" ile ABD'nin Türkiye'yi riskli ülkeler sınıfından çıkaran bir karar alarak turizm girdilerinin görece olarak önünü açması...

11 Eylül öncesinde başlayan, ABD'nin Türkiye'yi ekonomik iflastan alıkoyan adımları bir yana bırakılacak olursa, bir de psikolojik destek var. Hepsi bu...

Bu, şaşırtıcı değil. Türkiye yenilenen jeopolitik konumuyla bağımsız bir güç olduğunu sansa da, aslında keskinleşen uluslararası alanda daha da bağımlı değişken haline geliyor. Ve önündeki karmaşık faktörlerin sayısı artıyor.

Şimdi biraz da bu yöndeki gerçeklere bakmakta fayda var...

11 Eylül sonrası, siyasi evrende iki önemli gelişme yaşanıyor:

1. ABD uluslararası alanda gücünü pekiştirecek bir hamle başlatmıştır. Ancak bu hamlenin önkoşulu, ABD'nin bu gücünü başta AB olmak üzere çeşitli bölgelerdeki çıplak güçlerle paylaşmak zorunda kalmasıdır. Ve bu gelişme daha şimdiden ABD-AB arasındaki ilişkilerde eskiye oranla bir eşitlenme yaratmaya başlamıştır. Ve görmek gerekir ki, bu durum, bu ikili arasında Türkiye'yi ilgilendiren Kıbrıs gibi birçok konuda yeni ittifaklara ya da Ortadoğu meselesi gibi konularda yeni ihtilaflara gebedir.

Bu çerçevede Türkiye'nin ABD üzerinden statükocu duruşunu koruması ya da ABD'yle mutlak bir ittifak yaparak Batı hattında sorunsuz ilerlemesi pek mümkün değildir..

2. ABD'nin gücünü pekiştirmesi, kim ne derse desin özellikle uluslararası hukuk üzerinden gerçekleşmekte, demokrasi, insan hakları tanımları çerçevesinde güç ilişkilerinden kaynaklanan yeni kurallar ve ilkeler üretmektedir. Ancak bu kural ve ilkeler, askeri unsuru ve silahlı müdahaleleri öne çıkarmakta, hatta doğrulamakta, yerleşik demokrasi ilke ve kurallarının zemininde kaymalara neden olmaktadır. Bu çerçevede Avrupa'da hemen her düzeyde süren ve ciddi tartışmalara konu olan, demokrasi tanımını da kuşatan "hukuk-siyaset ilişkileri" kritik bir noktaya doğru ilermektedir. Başka bir deyişle üst kurullardan uluslararası sözleşmelere, hatta ekonomik politikalara değin oluşan "yeni hukuk düzeni tarafından daraltılan siyasi alan" meselesi, 11 Eylül sonrası ABD'nin devreye girmesiyle ivme kazanmıştır. Özellikle siyaset ve hukukta "demokrasi-güvenlik ilişkileri"nin ikincisinin lehine gelişmesi son derece önemlidir.

Bu durum da Türkiye'yi sanıldığının ötesinde etkileyecektir.

Türkiye'de devletin gerek siyasi partilerin gerekse toplumsal hareketlerin önünde verili bir şablon yoktur.

Tersine bu karmaşa içinde, "güvenlik-demokrasi makası"nda tercih edilecek yol iç siyasete ve güç dengelerine bağlıdır. Bu tercih, güvenlik yönünde de olsa 11 Eylül sonrası dış dinamikleri, özellikle ABD açısından sorun çıkarmaz. Nitekim son günlerde atılan adımlar, HADEP meselesi, Kürtçe eğitim için dilekçe skandalı, 312 ve 159'daki içi boş değişimler, devletin tercihlerinin ne istikamette ilerlediğini göstermektedir. Bu hat, Türkiye'nin yeni jeopolitik konumunu, son kertede AB ile mesafe riskini de göze alarak, ABD'nin stratejik ve lojistik ihtiyaçlarını giderecek bir çerçeveye yerleştirme politikasıdır.

Sonuç ortada: Evet, 11 Eylül sonrası önemlidir. Ancak 11 Eylül sonrası Türkiye'nin önündeki açmazları azaltmamış, artırmıştır ve sanılanın aksine iç siyasetin önemini daha da öne çıkarmıştır.



19 Ocak 2002
Cumartesi
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED