İnsanlıktan çıkarılan küçücük çocuk, Omelaslılar’ın yaşamlarında bir ahlakî değişiklik meydana getirmez. Arada sırada seyretmeye gittikleri çocuğu maruz kaldığı utanç verici durumundan kurtarmak cesaretini gösteremezler. Zira mutlulukları, kentlerinin güzelliği, dostluklarının sıcaklığı, çocuklarının sağlığı, alimlerinin bilgeliği, zanaatkârlarının ustalığı, hatta hasatlarının bolluğu ve göklerinin berraklığı tümüyle bu çocuğun dayanılmaz sefaletine bağlıdır. Sahte mutluluk ve gönençlerinin kendilerini bir ruh sefilliğine hapsettiğini biliyor bile olabilirler.
Gördükleri manzaraya tahammül edemeyen Omelas’ın ergen kızlar ve oğlanlarından bazıları, kimi zaman daha yaşlı bir adam ya da kadın, her biri tek başına, gecenin karanlığında şehrin sokaklarından çıkarak, batıya veya kuzeye doğru, dağlara doğru giderek gözden kaybolurlar. Ellerinden gelen sadece, bırakıp gitmektir. Öykünün son satırlarıysa şöyledir: Gittikleri yer çoğunuz için mutluluk kentinden bile daha zor tahayyül edilebilir bir yerdir. Onu hiç betimleyemem. Belki de yoktur. Ama nereye gittiklerini biliyor gibiler Omelas’ı terk edenler.
Ne ki Amerika’nın cesur delikanlıları ve kızları Omelas’ı bırakıp gidenler gibi değiller. Bir yere gitmiyorlar. Hem kendilerinin, hem de Omelas halkının özgürleşmesinin mahzendeki çocuğun özgürleşmesine bağlı olduğunun ayırdındalar. Sefilce itaatlardan dokunmuş düzen içerisinde yaşamanın haysiyetsizliğinin farkında olan bu gençlerin isyanı, bu bilincin bir dışavurumudur.